26 Şubat 2013 Salı

TEKNEM VE BEN





Bir ben varım sanırdım şu alemde, bir ben varım beni anlayan.. Gülüşümde sakladığım hüznü, konuşurken ki sükûtumu, hülyamı, dünyamı… Şimdi bir de teknem var artık; benimle ağlayan, benimle gülen, ruhumun sesine ses veren..
 
Ebru teknesini açmadan önce dualar edilir, hayrlı işler dilenerek başlanır. Bazen her şey tam yolundayken bile tek bir kağıt dahi alınmaz. Bazen de ummadığınız kadar güzel renkleriniz, desenleriniz olur mutluluğunuza mutluluk katarsnız..
 Bazen de sorarsınız kendi kendinize “ acep değişen nedir ki?” değişen sizin haleti ruhiyenizden başkası değildir. Tekne, sadece sizi size yansıtmıştır işte…
 
Ruhunuza afiyet, teknenize bereket ;)
 
 
 
 


USTADLAR..

Ebru Üstâdları..
 
 




Necmeddin Okyay
19 rebiülevvel 1300 (29 ocak 1885) tarihinde istanbul üsküdar'da doğdu. mürekkepçilik, âhârcılık, okçuluk, gülcülük, eski tarz mücellitlik, hattatlık gibi pek çok hünerinin yanı sıra ebruculuğu da meslek edinen hâfız necmeddin okyay da, üstâdı edhem efendi gibi hezârfen lâkabıyla anılır. ebruyu edhem efendi'den öğrenmiştir. medresetü'l hattâtî'nde ve güzel sanatlar akademisi'nde tarz-ı kadîm cilt ve ebru hocalığı yapmıştır. rik'a,dîvânî ve celi dîvânî icazetlerini ravza-i terakkî rüşdiyesi'ndeki hüsn-i hat hocası hasan tal'at bey'den aldı. sülüs-nesih yazıyı hacı arif efendi'den,ta'lik ve celî ta'lik yazıyı sami efendi'den öğrenmiştir. ebruyu oğulları sami (1910-12 haziran 1933) ve sâcid (1915-19 nisan 1999) okyay ile yeğeni mustafa düzgünman'a (1920-12 eylül 1990) öğretmiştir.

kendisinden önce çok ilkel biçimde yapılan ve bugün tüm dünya ebrucularının gıpta ile seyrettikleri çiçekli ebruları icad ederek ebruculuk tarihimizde yeni bir tarz başlatmıştır. kalıbını kesip arap zamkı ile yapıştırmak ve ebruladıktan sonra kalıbı sökmek suretiyle yaptığı yazılı ebrular ise ebruculuk tarihi açısından bir ilktir. kalıptan taşan zamkın bulunduğu yerlerin de boya almadığını görerek mürekkep yerine doğrudan zamk kullanarak yazmak suretiyle yaptığı ebrular arasında "lâfza-i celâl" en meşhurudur. 5 ocak 1976'da, 93 yaşında hakk'ın rahmetine kavuşmuştur.

 



Mustafa Düzgünman (1920-1990)

9 ŞUBAT 1920'de İstanbul Üsküdar'da Sultantepe'de doğdu. Babası, aynı semtteki Abdülbâki Efendi ve Aziz Mahmud Hüdâyî Camilerinin imamlığını yapan Saim Efendi'dir. İlk tahsilini tamamladıktan sonra babasının Üsküdar çarşısındaki aktar dükkânında çalışmaya başladı. 1938 yılında, annesinin dayısı hattat Necmeddin Okyay onu, hocalık yaptığı Devlet Güzel Sanatlar Akademisi'nin Türk Tezyinî Sanatları Bölümü'ne kaydettirdi. Burada Necmeddin Okyay'dan eski tarz cilt ve ebru öğrenerek kısa zamanda kabiliyetiyle dikkati çekti, diğer kıymetli hocalardan da faydalandı. Ancak hayat şartları sebebiyle bir müddet sonra okuldan ayrılarak tekrar baba mesleği olan aktarlığa döndü. Vefatına kadar titizlikle sürdürdüğü bu meslekte işinin ehli güvenilir bir esnaf olarak tanındı.
Akademi'deki talebeliği yıllarında "şemse" denilen klasik cildin güzel örneklerini imal eden Düzgünman, bir müddet sonra o sırada taliplisi çok az bulunan bu sanatı da terketmek zorunda kaldı. Özellikle 1957'den itibaren daha fazla zaman ayırdığı ebruculukla meşguliyetini ise ölümüne kadar sürdürmüştür.
Çeşitli konularda yeniliğe açık olduğu halde ebru sanatında klasik anlayışa sımsıkı bağlı kalan ve bu hususta modern uygulamalara iltifat etmeyen Düzgünman, ebruculukta kendisini geçtiğini söyleyen hocası Necmeddin Okyay'ın bu sanata kazandırdığı çiçekli ebru çeşitlerine papatyayı eklemiş, ayrıca çiçek şekillerini de ıslah etmiştir. 1940'ta başlayıp ölümüne kadar elli yıl süren ebruculuğu sırasında, 1967'den itibaren çeşitli sergiler açan ve bazı sergilere katılan Düzgünman, hem eserleriyle hem de yetiştirdiği öğrencileriyle bu sanatın tanınmasına ve yayılmasına hizmet ederek son otuzbeş yılın ebruculuğuna adeta damgasını vurmuş bir sanatkardır.


Alpaslan Babaoğlu


1957 yılında Ankara'da doğdu. İlk ve ortaöğrenimini Ankara ve Erzurum'da tamamladı. Devlet bursuyla gönderildiği İngiltere'deki Elektronik Mühendisliği eğitimini 1979 yılında, aynı dalda yüksek lisans eğitimini 1980 yılında tamamlayarak yurda döndü.
1984 yılında Topkapı Sarayı Nakışhanesi'ne devam ederken başladığı ebru yapımını o tarihten bu yana aralıksız sürdürmektedir.
1985 yılında ustası Mustafa Düzgünman'la tanıştı ve 1989 yılında kendisinden ebru sanatının icrası ve öğretilmesi konusunda icazet aldı.
İlk kişisel sergisini 1990 yılında Topkapı Sarayı’nda açtı, aynı yıl Washington D.C.’de ikinci, 1991 yılında memleketi olan Çorum’da üçüncü ve 1997 yılında Yıldız Sarayı Çit Kasrı'nda dördüncü kişisel sergisini açtı. Sayısız karma sergiye katıldı.
Ebru sanatının, ustası Mustafa Düzgünman'la kemal noktasına ulaştığına inanmakta olup, ustalarının izinde ve Türk ebru geleneğine bağlı ebru yapan Alparslan Babaoğlu, ustasının ebrularının benzerlerini yapmaya çalışmanın yanısıra, "boya olarak ezilmiş varak altın kullanılması" gibi özgün çalışmalarla eskiden yaygın olmasa da kullanıldığı bilinen "aynı kağıdın her seferinde farklı bir bölgesini ebrulamak suretiyle minyatürler yapılması" ve "katı' tekniği ile kalıbı çıkartılan hüsn-i hat örneklerinin ebru ile yapılması" gibi çalışmalar yapmaktadır.
"EBRU İSTANBUL" isimli bir ebru kitabı hazırlamış ve bu kitap, İstanbul Belediyesi Kültür A.Ş. tarafından 2008 yılında yayınlanmıştır.
Neyzen Sadreddin ÖZÇİMİ'ye ve İsmail TİRKEŞ'e icazet vermiştir.
Bir dönem Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Geleneksel Türk Süsleme Sanatları Bölümü’nde ebru dersleri vermiştir.




Fuat Başar (1953-Erzurum)
 
 
1977 yılında ebru çalışmalarına başladı. 1980 yılında İstanbul' a yerleşti. Ebru ustası Mustafa DÜZGÜNMAN ile çalışmalarına devam etti. 1989 yılında Ebru icazeti aldı. Bu tarihten itibaren profesyonel olarak hat ve ebru çalışmalarına devam etmektedir.
 
Hattat, ebru üstadı ve şair olan Fuat BAŞAR 07.03.1953 tarihinde Erzurum' da dünyaya geldi. Erzurum Üniversitesi Tıp Fakültesi' nde okudu.
 
Öğrencilik yıllarında tanıştığı hat sanatına gönül verdi ve çağın en önemli hattatı Hamit AYTAÇ Bey' den icazet alarak hat eğitimini tamamladı.
 
Yurt içi ve yurt dışında pek çok koleksiyonda eserleri bulunan sanatçı, yüzlerce öğrenci yetiştirerek hat sanatının sevilmesi ve yaygınlaşması için büyük mücadeleler verdi.
 
Sanatçı, yurt içi ve yurt dışında 300' ün üzerinde kişisel ve karma sergiye katıldı. Amerika, Almanya, Japonya, Malezya ve diğer birçok ülkede ebru ve hat sanatının tanıtımını yaptı. Türkiye ve dünya çapında birçok hattat ve ebru sanatçısı yetiştirdi. Ebru sanatı konusunda yayınlanmış kitabı ve makaleleri vardır. Yıldız Teknik Üniversitesi' nde "Ebru Fizikokimyası " konusunda çalışmalarda bulundu. Sanat konulu televizyon ve radyo programları hazırladı. Çeşitli sanatsal belgesellerin hazırlanmasında katkıları oldu.
 
Son devrin en büyük hat ve ebru üstadlarından olan Fuat BAŞAR, Kültür Bakanlığı Süleymaniye Ebru Kursu hocalığını uzun yıllardır devam ettirmektedir. Hat ve ebru sanatı konusunda her yönüyle çalışmalarını sürdürmektedir.
 
Sayın Mehmet Nuri YARDIM' ın üstadla yaptığı röportajı istifadelerinize sunuyoruz.
          
Ebru sanatını en iyi şekilde temsil etmenin daimi heyecanı ve milli şuurunu bütün benliğinde hisseden hattat ve ebru üstadı Fuat BAŞAR, yıllar önce hocası Mustafa Düzgünman’ a verdiği sözün ağırlığını hala taşıyor. Bütün dünyası hat ve ebru sanatı olan BAŞAR, yıllardır Küçükayasofya’ daki mütevazi atölyesinde bu sanata gönül verenlere ışık tutuyor.
 
 
(İktibas)

AKKASELER..

AKKASE ÇALIŞMALARIM
 



 
 




25 Şubat 2013 Pazartesi

EBRU NEDİR;)

Rengârenk sergenler, baharın geldiği tekneler ve süslenen duvarlardır ebru ;)
 





EBRU TARİFİ..

  Ebru, kitre, kerajin veya sahlep ile yoğunlaştırılmış su üstünde, özel hazırlamış boyalarla oluşturulan desenlerin kağıt üzerine geçirilmesi yoluyla yapılan bir süsleme sanatıdırebru sanatı..
 Tam olarak ilk yapılış tarihi ve yeri bilinmemek ile birlikte, Osmanlı'da yaygın olarak kullanıldığı bilinmektedir..
 
 





TOPRAK VE SUYUN AŞKI...

 Ve toprak suya, su toprağa aşık olmuştu işte.. Su, aşkını anlatmanın yolunu bulmuştu; toprağın yüreğine düştüğünde, tomurcuklara can verip renk renk, desen desen çiçek olup açıyordu. Suyun toprağa olan aşkının nişanı çiçekler ile aşıklar duygularına tercüman buluyorlardı; sevdiceğe sunulan tek bir çiçek "aşk"tı, suyun, toprağa olan aşkı...



 Peki ya toprak?  Bereketli, sadık yar toprak, nasıl anlatsın ki aşkını? Suyun yüreğine düşse,çok çok çamur olacak olan toprak.. Yandı toprak, sevdiceğine nişan olamamanın hüznü ile yandı, yandı çöl oldu. Üzerinde otlayan canlılar, aşk ile açan çiçekler duydu bu hüznü ve hayvanlar ödünü, bitkiler ise pigmentlerini verdiler gönlü yaslı toprağa.. Bayramdı artık toprağa.. Zira pigmentler ile renklenip, öd ile tutunarak sevdiceğinin yüreğinde olabilekti.. Ve damla damla düştü suya.. Suyun, toprağa olan aşkının nişanesi çiçeklerden ilham alan insanoğlu, toprağın, suya olan aşkını resmetmeye başladı..





Ve bu aşk döngüsüne de "Ebru" adı verildi...


Ey haleti ruhiyeme ses veren teknem! Suya düşen her aşk tanesi gibi, ruhum da büyüdü seninle.. Aşkım, aşkına hediyem olsun. . .